Kendi ayakları üzerinde durmak Kapı hızlı hızlı çalınıyordu, Naciye teyze, (Geliyorum, geliyorum) diyerek koşar adımlarla kapıya doğru yürürken, bir yandan da, kendi kendine konuşuyordu: - Hayırdır inşallah kim bu acaba? Acelesi var galiba... Kapıyı açan Naciye teyze: - Muhsine kızım ne oldu sana, gel bakayım gel! - Naciye teyze bizimkiyle atıştık, moralim bozuk, ben de sana geldim. - Gel, içeri girelim de, rahat rahat anlat bakalım! - Naciye teyze, bizim adama geçenlerde, (Uzun süredir başım dönüyor, kulaklarım çınlıyor, beni bir doktora götürsen) dedim. Hiç sesini çıkartmadı, oralı bile olmadı. Bugün de, (Evde eksikler var, çıkıp alsak iyi olur, bayram öncesi çoluk çocuk alışveriş yapsak onları sevindirsek iyi olmaz mı?) dedim. - Ne dedi peki, olmaz mı dedi? - Yok, öyle demedi. (Hep benim üstüme yükleniyorsunuz, çalışmaktan yorgun düşüyorum zaten. Kendi ayaklarınızın üzerinde durmayı öğrenin artık, doktoruna kendin git, alışverişini de kendin yap! Bana bir şey söyleme,
Yavuz Sultan Selimden İran Şahı'na Ders Yavuz Sultan Selim zamanında, İran Şahı süslü bir sandık hediye gönderir. Sandık açılır, içinden çeşit çeşit değerli taşlar, altın, zümrüt, elmas takılar, süslü ve değerli ziynet eşyaları, kıymetli kadife, atlas kumaşlar çıkar. Fakat sandığın altına doğru inildikçe pis bir koku etrafa yayılır. Öyle dehşet bir kokudur ki bu, herkes burnunu tıkamaya, oradan uzaklaşmaya başlar. Sandığın en altındaki bohçadan geldiği anlaşılan koku dayanılmaz bir hal alır. Sonunda bohça açılır ve büyük bir hayvan pisliği çıkar ortaya. Bu Osmanlıya karşı yapılmış büyük bir ayıp ve hakarettir. Yavuz Sultan Selimden İran Şahı'na Ders verilmesi icap etmektedir. Cihan Padişahı hemen emir verir. "Herkes düşünsün, bu yapılan hakarete uygun bir cevap ve karşılık vermeliyiz." Orada bulunan Sadrazam ve diğer devlet erkanı görüşlerini belirtmeye başlar. Vezirlerden biri söz ister ve; "Sultanım, bu Devlet-i Âliyemize ve aziz milletimize karşı yap